Van Kalesi, buradaki 3 bin yıllık bir tarihi süreci öğrenmek açısından son derece önemli bir mekân; hem kalede, hem de kale civarında yer alan yazıtlar, yerleşimle ilgili kalıntılar, mezarlar, ibadethaneler burada yaşayan medeniyetlere ışık tutuyor.
Asurlardan Urartulara, Medlerden Osmanlı’ya uzanan geniş bir tarihi öğrenmek için Van kalesi ve civarında yapacağınız arkeolojik araştırmalar yeterli olacaktır.
Bir süredir bu tür araştırmalar yapılıyor da, tabi sadece kazı şeklindeki araştırmalar yapılmıyor, aynı zamanda bir restorasyon çalışması da devam ediyor, yani bir yerde tarih hem aydınlatılıyor, hem de restore ediliyor.
Kaleyi ve civarını dolaştığınızda, yapılan çalışmalara baktığınızda, kazı çalışmalarında da, restorasyon çalışmalarında da aksayan bir şeyler olduğunu görüyorsunuz.
Mesela farklı medeniyetlerin mekânı olmasına rağmen, kazı çalışmalarında da, restorasyon çalışmalarında da sadece Osmanlı dönemi hedef alınıyor.
Osmanlı dönemine ait kalıntılar yeniden gün yüzüne çıkarılmaya çalışılırken, diğer dönemlere ait kalıntılar ve eserlerin de gözükmesi ve anlaşılması için özel bir gayret görülmüyor.
Yakın dönem olması açısından belki Osmanlı dönemi kadar canlı bir tarih kalıntısına rastlanmayabilir, ama buna rağmen hem tarihe saygı açısından, hem de inanç ve kültür turizmi açısından, en azından Asur ve Urartu dönemlerine ait de bir simgeler dizisini oluşturmak mümkün değil mi acaba?
Mesela şu anda kale civarında Osmanlı dönemindeki eski yapıları ortaya çıkarmak için bir kazı çalışması söz konusu, daha önce de üç tane cami restore edilmiş, ilerde bu, burayı ziyaret edenlere mutlaka bir fikir verecektir, ancak Van kalesinin birçok medeniyete başkentlik ettiği yönündeki fikri tam olarak desteklemeyecektir.
Bu ilk bakışta gözüken bir eksiklik…
Diğer yandan, restorasyon için belki zorunlu olarak günümüz malzemeleri kullanılmış ama aynı zamanda orada bir simge olarak durması gereken yapıya ait ve üzerinde çeşitli yazılar bulunan orijinal taşlar ise yol kenarına, oraya buraya saçılmış.
Aslında kalenin civarını dolaştığınızda, tarihin restore edilmesi değil de, daha çok “korunması gerektiği” şeklinde bir fikir oluşuyor sizde, çünkü halen dokunulmayan alanlar daha çok “tarih” kokuyor, çekicin değdiği yerlerde ise artık tarihten eser yok!
Ve bir başka ilginçlik…
İbadet edilsin diye restore edilen Kayaçelebi, Horhor ve Hüsrevpaşa camileri, açılışta kılınan namaz dışında sanırım bir daha kapısını çalan da, açan da olmamış.
“Açan da olmamış” diyorum çünkü Kayaçelebi camisinin etrafında yapılan lagarlarda poşet ve çeşitli içecek şişesi kırıklarına rastlamak mümkün, caminin içini de su basmış, tabanda kullanılan malzeme her ne ise, kabararak yıpranmış.
Yani camilerin sadece ibadet edeni değil, bakanı da olmamış maalesef!
Zaten caminin kapısının uzun süredir açılmadığı ve bakımının yapılmadığı hemen anlaşılıyor.
Horhor camisi de aynı şekilde, her Cuma namaz kılınacağı düşüncesiyle restore edilen camiye sadece açıldığı gün Vali, milletvekilleri ve bürokratların katılımı ile Cuma namazı kılınmış, bunun dışında çok kimse buraya uğramamış!
Zaten Horhor Camisi de su altında kalmış gibi bir vaziyet içinde…
Yani anlayacağınız, restore edilen tarih kısa bir süre sonra başka bir tarih olmaya aday…
Bir de kalenin “ışıklandırma” diye bir hikâyesi var, bu da başlı başına acıklı bir durum; ışıklandırma için büyük zahmetler çekilmiş, büyük çabalara girilmiş, ama tüm bu çabalar kısa sürede yerle yeksan olmuş, kale şimdi yeniden karanlığa gömülmüş.
Tabi restorasyonlarla birlikte buralara harcanan paraları, yarım yamalak çevre düzenlemesini, doğal yapının korunması konularını saymıyoruz.
Başta dedik, Van Kalesi ve Osmanlı dönemi ile birlikte, 3 bin yıllık bir tarihi gözler önüne serecek özellikte bir mekân, ama öbür yandan, böyle de bir resim var.
Van kalesinde olup bitenleri görmek için dolaşırken her duyarlı kişinin eminim varacağı sonuç şu:
“Van kalesinin tarihi dokusu ve dolayısıyla ilin turizmi konusunda, herkesi biraz daha özenli ve duyarlı bir duruş bekliyor!”
|