“Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” dündü.
Dün, ya da önceki bir-iki gün konu hakkında herkes diyeceğini dedi, açıklamasını yaptı, önerisini sundu, çözümünü dile getirdi.
‘Dündeki dünde kaldı’ yaklaşımı yerine, ‘dünün sorunu bugünün de sorunu’ diyerek konuya dair birkaç şey söylemekte fayda var.
‘Kadına yönelik şiddet’ dendiğinde hemen akla, erkek ile kadın arasında yaşanan sertleşmeler ve bozuşmalar anlaşılır; belki bu batı toplumlarında böyle değildir ama doğu toplumunda konu daha çok bireyler arası ilişki tarzına bağlanır.
Burada erkeğin kabalığı öne çıkar daha çok tabi, kadına da suçlama getirenler de olur.
Bu noktada kadın hakları savunucuları devreye girer ve sorunu biraz daha bilimsel temele oturtur; tabi burada da iki yaklaşım ortaya çıkar, biri konuyu yaşam standardı boyutuyla ele alırken, diğeri de “erkek egemenlikli sistem” diyerek konuyu yine kadın-erkek zıtlaşmaları etrafında ama bu sefer daha modern bir tanımla gündeme getirir.
Peki, doğru olan hangisi?
Kendi düşüncem, kamusal alanda ve diğer alanlardaki istihdama ilişkin konularda kadın-erkek eşitliğine yönelik düzenlemeler de olduğunda, ‘yaşam standardı’ konusu çok daha açıklayıcı geliyor.
Yani bir ülkede ekonomik refah düzeyi, ‘erkek kabalığından’ çok daha fazla ailedeki, işteki, sokaktaki kadın-erkek diyaloglarının belirleyicisi olabiliyor.
Elbette kadına yönelik şiddette tek mesele ekonomi olmayabilir, ancak ‘temel etkendir’ diyen kadın hakları savunucularına bu noktada katılmak gerektiğini düşünüyorum.
Tabi bu kavram fazlaca öne çıkarıldığında, bu sefer de, “erkek egemenlikli sistem” savunmasında olanların itirazları yükseliyor.
“Siz burada erkeği aklıyorsunuz!” diyerek.
Bu kesim, kurulu düzenin erkeklerden oluştuğunu ve yasalar dâhil her şeyin erkeğe göre düzenlendiğini söyler.
Evet, doğru ama bu sefer de neredeyse, erkek ağırlıklı sistem yerine, “kadın egemenlikli sistem” reçete olarak sunulacak düzeyde katı bir tartışmanın içine girilir.
“Sistemde erkek yerine egemen olan kadın olsun, ekonominin, yaşam standardının bir önemi yok, nasılsa sisteme hâkim olan kadın bunu da hal eder” yaklaşımı…
Aslında bu ikinci yaklaşım, şiddet unsurunda yaşam standardının belirgin bir şekilde kendini göstermesi ile yönetimde kadın-erkek eşitliğine vurgu yapmaya başladı.
Yani giderek, birinin egemenliğinde değil, birlikte yönetim yaklaşımı daha da tartışılır hale geldi diyebiliriz, ancak halen “erkek egemenlikli sistem” söylemlerinin de varlığını sürdürüyor olması, gerçekten de erkeğin yaratılışından ileri gelen bir katı tutumundan kaynaklanıyor olabilir.
Konuyu uzatmak mümkün, çünkü kitapların yetmediği bir konu, elbette ki doğada ve toplumda şiddeti tamamen yok etmek mümkün değil, ancak bu konuda çatışmanın, şiddetin nedenini ortadan kaldıracak yöntemleri birlikte, yani kadın-erkek güç birliği ederek, yabancılaşmayarak üretmek gerekiyor.
Çözümün, erkeğin yerine kadını koyarak değil, ikisinin birlikteliğinin sağlanmasıyla ve şiddet nedenlerinin doğru tespiti ile elde edileceğini düşünüyorum.
Kınamak, cezalandırmak, kızmak, küsmek belki bir tedbir, bir tepki ama tek başına çözüm olmuyor.
|